Melike İpek Yalova: Kalpten Gelen Samimiyet
“Aşk bana göre ne bu aralar inanın bilmiyorum. Genel olarak gözlemlediğim insanların çok yozlaştığı. Bu da beni korkutuyor açıkçası. Çok sevdiğim bir filmdir Jerry Maguire, orda Rene Zellweger’in canlandırdığı Dorothy çok güzel bir şey söyler “Maybe love shouldn’t be such hard work” yani “Belki aşk bu kadar da uğraş / efor gerektirecek bir şey olmamalı”. Sanırım bu ara düşüncemi en iyi anlatan cümle bu.” diyen Melike İpek Yalova, sorularımızı tüm samimiyetiyle yanıtlayarak iç dünyasına yolculuk etmemizi sağladı. Duyarlı, güzel ve samimi başarılı oyuncu Melike ile çok keyifli bir kapak çekimi gerçekleştirdik.
Röportaj Çağla Küçükdereli Fotoğraflar Serhat Hayri Videografi İskender Cem Demirtaş, Can Yılmaz Styling Merve Özmen Saç Atakan Gelişli Makyaj Burak Mert Aydın Kurumsal İletişim Mine Gündüz Marka İletişimi Yonca Yalkı Prodüksiyon Nutek Studio
Katkılarından dolayı PASTEL’e teşekkür ederiz.
“Muhteşem Yüzyıl”, “Karadayı”, “Bir Zamanlar Çukurova”, “Can Feda”, “İnsanlık Suçu” ve “Mahkum” gibi dizi ve filmlerde rol aldın. Bu projeler arasında seni en çok heyecanlandıran hangisiydi?
Hepsi çok önemli, çok güzel projeler tabii ki. Ama elbette Muhteşem Yüzyıl ilk işim olduğu için çok farklı bir proje benim adıma. Onun dışında “Can Feda” çok iyi yazılmış bir senaryoydu, çok güzel bir ekiple, çok severek yer aldım. Dediğim gibi tüm bu saydığınız projeler çok özel projeler elbette ama oynadığım karakter üzerinden bakarsak beni en heyecanlandıranların başında “Mahkum” geliyor. Şimdiye kadar benim oynadığım her karakterden farklı; hem bir “DcComics” hikayesi gibi sürrealliği olan, hem de hayat gerçekliği barındıran bir iş ve bir karakterdi.
Neredeyse oynadığın dizilerin tamamında “aşk” var. Sen aşkı nasıl tamamlarsın?
Aşk bana göre ne bu aralar inanın bilmiyorum. Genel olarak gözlemlediğim insanların çok yozlaştığı. Bu da beni korkutuyor açıkçası. Çok sevdiğim bir filmdir Jerry Maguire, orda Rene Zellweger’in canlandırdığı Dorothy çok güzel bir şey söyler “Maybe love shouldn’t be such hard work” yani “Belki aşk bu kadar da uğraş / efor gerektirecek bir şey olmamalı”. Sanırım bu ara düşüncemi en iyi anlatan cümle bu.
Kendini ekranda en beğendiğin “işte bu olmuş” dediğin an hangisiydi? Bir sahne geliyor mu aklına?
Öyle “işte bu olmuş” diyemiyorum sanırım ben bir türlü, fakat elbette beni zorlayan ve bundan bir oyuncu olarak mutluluk duyduğum sahnelerim oldu. İlk aklıma gelen “Bir Zamanlar Çukurova”da, Müjgan’ın erken doğum yaptığı ve sonrasındaki blok diyebilirim. Vahide Abla’nın (Perçin) üzerimde çok hakkı vardır, beni bir bebek gibi kurup yolladı resmen sahneye. “Can Feda”da da Kerem’in “Biz Türk Askeri hep burdayız, gitmeyeceğiz.” dediği sahne diyebilirim. Zaten çok iyi yazılmış bir sahneydi. Çağatay Hoca’nın yönlendirmesi, rol arkadaşımın birlikte çalışması çok rahat bir aktör oluşuyla güzel bir sahne çıkardığımıza inanıyorum. Bunlar ilk aklıma gelenler.
Oyuncu olarak hayalini kurduğun, içinde olmayı çok istediğin bir proje ya da birlikte rol almak istediğin bir isim var mı?
Uluslararası bir yapımda yer alabilmek en çok istediğim şey bu ara. Onun dışında, biyografi çok seviyorum; bir oyuncudan da önce bir izleyici olarak. Atatürk’ün Fikriye’sini canlandırabilmeyi çok isterdim.
Sence kariyerindeki dönem noktan hangi projeyle oldu?
Her şeyin başlangıcı olduğu için elbette Muhteşem Yüzyıl. Bana çok büyük bir şans verildi orada; bunun farkındayım ve her zaman çok özel olacak benim için. Ama dönüm noktası anlamında Mahkum’un ayrı bir yeri var. Çünkü projenin çok iyi oluşu vs. her şeyden ayrı, bana dair çok keskinleşen bir “dönem” algısından çıkmama bu iş vesile oldu diye düşünüyorum.
Melike’nin kaleminden çıkan bir senaryo nasıl olurdu? Nasıl bir hikaye yazmak ve yönetmek isterdin?
Sanırım yönetmenlik yapamam, çok çok başka bir yetenek o, çok ayrı bir bakış açısı. Fakat senarist Melih Özyılmaz ile beraber çalışıyorum, ondan yazmayı öğrenmek için elimden geleni yapıyorum. Her ne kadar yönetmen, yapımcı, oyuncu gibi unsurlar elbette çok önemli olsa da hikaye bana göre her projenin en ana damarı. Bir oyuncu olarak da hikayeden, senaryodan ciddi şekilde anlamak durumundasınız bana göre. Benim yazmak için üzerine çalıştığım hikayeyse, maalesef artık nerdeyse kaybettiğimize inandığım duygular üzerine. Yani Ertem Eğilmez filmlerindeki naiflik, dürüstlük, sevgi, vefa gibi konular üzerine hayal kurarken buluyorum hep kendimi. Ülke olarak da en çok buna ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bize nefes aldıracak hikayeler, aslında insan olarak kalbimizde nelerin olduğuna ayna olacak hikayeler bence. Hepimize biraz umut lazım.
Genel olarak nasıl bir hayat felsefen var? Bugüne kadar edindiğin en kıymetli ve adeta hayat dersi olarak benimsediğin bilgi neydi?
Ben genel olarak, hemen her olayda insanların yerine kendimi koymaya çalışıyorum. Empati yapıyorum yani. Bir şey beni üzse de o insana bunu yaptıran şey ne, onu anlamaya çalışan bir insanım. Bu elbette sömürülmeye de çok açık bir durum farkındayım. Yine de adil bir fikir sahibi olmak için bunu inatla yapmaya çalışırım. Fakat galiba artık biraz yıprandım. Descartes “İnsanların gerçekte ne düşündüklerini anlamak için ne söylediklerine değil ne yaptıklarına bakın” der. Sanıyorum insan ilişkilerinde en güvenli olan bu yaklaşımla ilerlemek.
Tanınır biri olmak senin için ne ifade ediyor? Bu durumu nasıl yönetiyorsun?
Andy Warhol’un öngördüğü gibi günümüzde artık hemen herkes tanınır nerdeyse. Dolayısıyla ün eskisi kadar uzak bir kavram değil insanlar için. Benim içinse hiçbir zaman çok büyütülecek bir şey olmadı. Küçükken de “ünlü” insan görmek ekstra bir şey ifade etmezdi açıkçası. Ben 7 yaşlarındaydım, ülkenin başbakanıyla oturduğum zaman ve ilk gözlemlediğim kendine dürüst olan ve ondan çekinmeden fikrini söyleyen insanlara daha önem verdiğiydi. Yani su anlamda söylüyorum; ün, güç, şan, şöhret bunlar size çok yalandan bir çember oluşturabilir. Her zaman dikkat etmeniz lazım. Ben bunlara dikkat etmeye çalıştım hep. O yüzden her zaman dürüst ve her ne gerekçeyle olursa olsun bana yalan söylemeyecek insanlarla devam ediyorum hayatıma. Günlük yaşantıma gelirsek de beni seven takip eden insanlarla güzel bir ilişkim var, benim takipçilerim de benim gibi. Aynı kafayız yani. Bir şeyi beğenmediklerinde söylüyorlar kırmadan ama dürüstçe, sevgilerinde ilgilerinde biliyorum ki gerçekler. Benim için de en önemli şey bu açıkçası.
Oyunculuk anlamında gelişmek için neler yapıyorsun? Kendini nasıl güncelliyorsun?
Söylediğim gibi 6 Şubat depremiyle başlayan süreçte pek bir şey yapamaz bir haldeydim. Sanıyorum hemen herkes de böyle. Öncesi için konuşabilirim ama. Çok fazla film izliyorum ve okuyorum. Bir de hocam Esra Kızıldoğan ile her proje öncesi ve proje süresinde düzenli çalışıyorum. Esra hem çok iyi bir dost hem müthiş bir hocadır. Birlikte kendimizi yenileyerek, öğrenerek ve eğlenerek ilerliyoruz. Bu anlamda benim en kıymetli yol arkadaşlarımdan biri.
Hayattaki en büyük ilham kaynakların, seni motive eden şeyler neler?
Şimdi kimi okuyan önyargıyla yaklaşacak söylediğime ama yine de dürüstçe bu cevabı vereceğim. Bu aralar en büyük ilham kaynağım köpeğim “Maverick”. Daha doğrusu tüm köpekler. Çünkü şunu gözlemliyorum, her değişime saniyesinde ayak uyduran canlılar köpekler. Mav derin bir uykuda mesela, bir sese uyanıyor niye uyandım şikayeti yok, uykuyu saniyesinde atıyor üstünden ve onu uyandıran şeye yöneliyor. Arabaya biniyoruz arabaya çok bayılmasa da niye arabadayız huysuzluğu yok, şehir değiştiriyoruz düzenim bozuldu şikayeti yok. Hemen, derhal o an nerdeyse oraya ayak uyduruyor ki bu bence muazzam bir güç bir canlı için. Hemen adapte olma yeteneği yani. Her an, anda kalabilmeyi onla öğreniyorum. Bir saniye öncesi bitti gitti. O anda kalmayı başarmak, sadece bir oyuncunun sahnesine hizmet eden bir şey değilmiş yani, insanın ayakta kalabilmesi adına çok önemli. Biz insanlar, köpekleri ya da kedileri kurtardığımızı düşünüyoruz hep. Oysa ki inanın tam anlamıyla yanlış olmasa da tam anlamıyla eksik bu düşünce. Onlar da bizi kurtarıyor. Hem de bunu bizim gibi bir kere değil, biz moral motivasyon olarak düştükçe, kötü olaylar yaşadıkça üzüldükçe, gün içinde kim bilir kaç kere yapıyorlar.
Modayla aran nasıl?
Modayla aram fena değil. Yani takip ederim ama modanın güncel trendlerine bağlı yaşamıyorum açıkçası. Sevdiğim belli başlı markalar var, onların da çizgileri genelde bellidir yenilik yapsalar da klasikleri korurlar.
Gardırobunun olmazsa olmaz beş parçası neler?
Yani galiba olmazsa olmaz diyeceğim bir şeyim yok. Her şekilde idare edebilirim. Moda gerçekten şahane bir şey, her an her saniye güzel giyinen insanlar var. Böyle takip ettiğim beğendiğim o çok ayrı ama insanı gösterenin kıyafet değil içindeki karakteri olduğunu düşünüyorum. Kendi dolabıma gelince kot, sneakers, beyaz t‑shirt, klasik bir trençkot; dönüp dolaşıp çok giydiğim kıyafetler.
Stil danışmanı ile çalışıyor musun? Kıyafet seçimini yaparken en çok neye dikkat ediyorsun?
Stil danışmanıyla çalışmıyorum, çok sık davete giden bir insan değilim. Sevdiğim güvendiğim insanlara fikirlerini sorarım ama elbette. Kıyafet seçerken nereye gittiğim önemli bir de nasıl bir ruh halinde olduğum. Ben ayakkabı bağımlısıyım, genel olarak o ara hangi ayakkabıyı giymeye taktıysam ona göre kıyafet seçiyorum. Biraz tersten işliyor bende yani bu kıyafet seçme olayı.
Yurtiçi ve yurt dışında gizli alışveriş durakların nereler?
Yurt dışında İtalya’ya gittiğimde alışveriş yapıyorum normalde, söylediğim gibi sevdiğim takip markalar var, illa 100 şey almak yerine 1 tane içime sineni alır otururum. Ama illa su marka bu marka takıntım asla yok. Benim beğenmem yeterli diyebilirim.
Sosyal medya ile aran nasıl? Günde ne kadar vaktini harcıyorsun, favori uygulamaların hangileri?
Sosyal medyayı seviyorum, telefon genelde elimdedir diyebilirim. Instagram ve özellikle twitter en çok zaman geçirdiğim uygulamalar. Ülke ve dünya gündeminden an be an haberdar olabiliyoruz twitter sayesinde. Sosyal medyanın doğru kullanıldığında ne kadar önemli olduğunu özellikle deprem zamanı bir kere daha gördük. Pek çok hayatın kurtarılmasına vesile oldu. Bilgi kirliliği olmuyor mu elbette olabiliyor dünyanın her yerinde olduğu gibi, ama faydaları her zaman daha fazla bence.
Cilt bakım rutinin var mı? En sevdiğin güzellik ürünleri neler?
Cildime ve yüzüme iyi bakmaya gayret ediyorum. Çok sevdiğim bir doktorum var (Ali Kerim) o ne derse o şekilde ilerliyorum. Ama evde öyle yüzüme onu süreyim bunu süreyim yapan bir insan değilim. Sabah aksam yıkarım mutlaka ve eczane ürününü iyi bir nemlendirici ve güneş koruma. Bunların dışında evde yaptığım bir şey yok. Cilde ne kadar çok verirseniz, o kadar çok ister. Kendi başıma çok uğraşmamaya çalışıyorum.
Kişisel gelişiminle ilgili ne yapmak seni mutlu ediyor?
Klişeleşen tabirle “Kişisel gelişim” kafası bir insan olamadım ben pek. Öğrenmeyi bilirsen, ya da farklı bakabilirsen hayatın her anı bir şey katıyor sana zaten. Gözlem çok önemli. Okumak çok önemli. Her neyle ilgili olursa olsun, okuyup öğrenip bildikten sonra fikir sahibi olabilmeyi ilke edinmek çok önemli. Doğru gözlemleyip, bilgiye dayalı fikir sahibi olup, neden- sonuç ilişkisi kurmayı becerebilen bir birey olursanız, işte o kişiliğiniz her an gelişir zaten doğal bir netice olarak. Böyle bakıyorum. Yanı sıra yeni bir dil öğrenmek, en azından buna çalışmak insanın ufkunu geliştiren şeyler. Ben de bununla alakalı eksiklerimi tamamlamaya çalışacağım bu süreçte mesela.
Son dönemlerde kurduğun hayaller genellikle ne ile ilgili oluyor?
Son zamanlarda kurduğum hayaller hep mutlulukla ilgili. Sadece kendim için değil, hepimiz adına. Ben bireylerin mutlu olduğu, özgürlüklere saygılı, farklılıkların bizi ayrıştırdığı değil birleştirdiği, birbirini seven sayan insanlar olduğumuz bir ülke hayali kuruyorum. Çocukların aç olmadığı, korunmak kollanmak zorunda olmadıkları bir ortamda çocukluklarını yaşayabildikleri, kadınların şiddet mağduru olmadığı; “Kadın Hakları” değil “İnsan Hakları”na tabii bir şekilde, eğitimde ve kariyerde eşitlik sahibi olarak yaşama şansına sahip oldukları bir Türkiye. Biz birbirini seven, ayırmayan, her ne olursa olsun komsusu açken kendi tok yatmayan bir ülkeydik. Fabrika ayarlarımıza dönmeyi hayal ediyorum. Nefreti, kutuplaşmayı bir kenara bırakıp, çalışan üreten, çalışmasının karşılığını her anlamda alan, bilimi yol haritasının merkezine koyan bir Türkiye umuduna tutunuyorum. Çünkü biliyorum ki bireysel ve bunun tabi bir sonucu olarak toplumsal mutluluk, ancak ülke olarak kim olduğumuzu hatırladığımızda bize geri gelecek.