Ayaydın Ailesi’nin gömlek krallığı
Meşhur İngiliz kraliyet dizisi Tudors’dan ilham alarak yola çıkan gömlek markası Tudors’un CEO’su Yaşar Ayaydın, dünya markası olma arzularının arkasındaki itici gücü anlattı. Anlattıkları, genç girişimcilerin kulağına da rahatlıkla küpe olabilecek cinsten…
Sultanhamam üniversitesinde neler öğrendiniz? Burası hem İstanbul’un en canlı ticari noktalarından biri, hem de sıra dışı bir esnaf kültürünün kalbiydi.
Sultanhamam’da dürüst ticaret yapmayı öğrendik.Çok güzel bir atasözü var. Yahudiler söylemiş bunu ama ben çok severim. “Ticarette yapabileceğiniz en büyük hile, dürüst olmaktır.” Ne yaparsanız yapın, hangi entrikayı çevirirseniz çevirin ticarette dürüst olmanın kazandırdığından daha fazla kazanamazsınız. Sultanhamam’da dürüst ticaret yapmayı öğrendik. Oranın hakikaten ayrı bir ticari kültürü vardır. O kültürü ve insanlara değer vermeyi öğrendik. İnsanlarla karşılıklı kahve içmenin ne kadar önemli olduğunu öğrendik. Büyüklere saygıyı, küçüklere sevgiyi orada öğrendik. Sırtımızda koliler taşıyarak geceleri sabahladık. Çalışmanın güçlüğünü orada gördük. Hakikaten ezilmeden rahatlıkla bazı şeyler olmuyor. Sultanhamam’da hayatın gerçeklerini ve aslolarak insan olmayı öğrendik. Eğitim insana her şeyi katmıyor. Bizim yetiştiğimiz yerde aile sıcaklığı ve insanların birbirine saygısı vardı. Sözle iş yapılırdı, senete bile ihtiyaç olmazdı. İnsanlar birbirlerine güvenirdi. Orada yetişmeseydim, bugün bu markayla ilgili atılımı da yapamazdım.
Mimarlık eğitimi ve tecrübesinin tekstil işinizde faydasını gördünüz mü?
Görmemek mümkün değil. Öncelikle mimari bir sanat dalı. İşin içerisinde tasarım var. Bazen bir gömleği tasarlamak, bazen bir binayı tasarlamak… Gömlek tasarlayacaksam da eskiz yapmam gerekiyor, bina tasarlayacaksam da. Mimarlık, tasarım yaparken hangi doneleri kullanmam gerektiği, nelere bakmam gerektiği konusunda çok şey öğretti.
Gömlek tasarımlarınızı da siz mi yapıyorsunuz?
Tasarımcılarımız var, ama ekibin başında ben varım.
Bu işte kumaş kalitesi ne kadar önemli? Örneğin Mısır pamuğu, neden dünyanın bir numarası?
Örnek vererek anlatmam gerekirse, Bulgaristan’da bir mağaza açtık. Orada kaldığım otelin şampuanı saçlarıma çok iyi geldi. İstanbul’a dönüşte şampuandan üç dört tane aldım. Aynı şampuanla saçımı yıkayınca, bu kez saçım bir garip oldu. Dedim, bunda bir şey var. Kullanılan su farklı olduğu için, şampuan saçıma iyi gelmemişti. Demem o ki; Mısır pamuğu o bölgeye has toprak, hava ve su ile yetişen farklı bir pamuk türü. Kumaş elde etmek için, pamuğu önce iplik haline getirmek gerekiyor. En güzel kumaşlar en ince ipten elde edilen kumaşlardır. İpliği ne kadar inceltebileceğiniz ise pamuğun kalitesiyle ilgili bir şey. Mısır pamuğu çok dirençli bir pamuktur. Bu sebeple çok ince bükebilirsiniz. Bu nedenle bu pamuktan daha güzel kumaş, daha güzel kumaştan ise daha güzel gömlek yapılıyor. Tabii ki maliyeti de yüksektir. Biz ise daha çok halkla iç içe bir markayız. İnsanların kendini içinde iyi hissedebileceği kumaşları, en modaya uygun şekilde tasarlayıp gömlek olarak onlara giydirebilmenin peşindeyiz.
Klasik anlamda iyi bir gömlek nasıl olmalı?
İyiden ne anladığımız önemli. Herkesin iyi kavramı ve beklentileri farklı. Yine de genel olarak söylemek gerekirse; kesiminin iyi olması lazım. İnsanın üstündeki duruşu önemli. Gömleğin dikişinin belli standartların üzerinde olması lazım. Gömleğin içinde (yakada ve manşetlerde) kullanıcının görmediği telalar vardır. İlk yıkamada kabarmaması için, bunların belli bir kalitenin üzerinde olması gerekir. Bizim için en önemli konulardan biri de tasarımda güncel çizgilerin olması. Gömleği giyen kişi, gece ya da gündüz her zaman içinde kendini iyi hissetmeli.
Gömlek işinde İtalyanlar, aslına bakarsanız hak edilmiş bir üne sahip. Sizce neyi iyi yapıyorlar? Gözlemleme fırsatınız oldu mu?
İtalyanlar gömlek işinde eskiden iyiydi. Şimdi ise biz nereye gidersek İtalyanlar oradan çekilmek zorunda kalıyorlar. İtalya’nın en iyi gömlek markalarıyla bizzat gittim görüştüm. Bana “siz bu işi nasıl başarıyorsunuz?” diye soruyorlar. Tabii ki farklı bir tarzları var, ama bu tarzların artık dünyada eskisi kadar güncel olmadığını söyleyebilirim. Örneğin İtalya’da çok güzel bir gömlek modeli beğendim. Bu modeli Türkiye’de üretmek istedik ve ürettik.Türkiye’de ve 15 ülkedeki satış noktalarımıza bu gömlekten gönderdik. Bir tane satmadı! Çok çok güzel dediğimiz gömleği, en son indirim reyonlarında satabildik. Onlar için iyi olan, bazen dünyada hakim moda akımları açısından iyi olmayabiliyor. Bu arada İtalya’da da mağaza açacağımızı duyuralım.
Yurt dışında büyüme maceranızı dinleyebilir miyiz? Hangi ülkeyle ilk adımı attınız ve şimdi hangi noktadasınız?
Balkan ülkeleriyle ilk adımı attık. Sonra Avrupa’nın bazı ülkeleriyle ilerledik. Şimdi altyapı ve sistem olarak çok güçlü konuma geldik. Rakiplerimize göre daha uygun fiyatlı ve daha iyi tasarımlı ürünler getiriyoruz.Tüketici de bunu görünce diğer markalar oradan çekilmek zorunda kalıyor. Rekabet gücümüzü Türk enerjisinden alıyoruz. Türk milleti gerçekten çok çalışkan.
Uygun fiyatlı ürünlerle çıkma iddianızı hep koruyacak mısınız? Fiyat-kalite dengesini, işin matematiğini nasıl çözüyorsunuz?
Hep koruyacağız. Çok fiyatla az ürün satmak yerine, az fiyatla çok ürün sattığınız zaman aynı sonucu elde ediyorsunuz.
Dünyada erkek gömleği konusundaki trendleri ne kadar takip ediyorsunuz veya ne kadar çiğniyorsunuz?
Aslında sadece erkek gömleği trendlerini takip etmiyoruz. Perakendeciyim ve dünyadaki perakende dinamiklerini takip ediyorum. Çünkü biz sadece gömlek, kol düğmesi, kıravat, tişört satmıyoruz. Konsept satıyoruz. İnsanlara güven veren bir konseptiniz var mı, yok mu, o önemli. Mesela ben Calzedonia’yı çok yakından takip ediyorum. Bizimle doğrudan rakip değiller; onlar çorap satıyor biz gömlek satıyoruz ama neler yaptıklarına çok bakıyorum. Uluslararası perakende kurallarına uygun olarak, dinamik bir şekilde yönetiliyor. Perakendede takip ettiğim birçok marka var, ama sadece üçü-beşi gömlekle ilgilidir. Dünyada tasarımsal olarak çizgiler zaten belli bir yerden geliyor. En büyük moda markaları o çizgileri kendi koleksiyonlarına koyuyorlar. Onun altındaki markalar ise onlara benzer çizgileri koyuyor. Herkes birbirinden etkileniyor. Dünya bu kadar globalleşmişken, her şey bu kadar ulaşılabilir olmuşken, çok da Amerika’yı baştan keşfedecek tasarımlar yaptığımızı iddia etmiyorum.
Eskiden erkek gömleği tamamen klasik bir giyim unsuruydu. Şimdi ise gömlekte çok daha eğlenceli renkler, desenler ve dokular görebiliyoruz. Siz tasarım konusunda ne kadar uçabiliyorsunuz?
Gömlek konusunda belli kategorilerimiz var. Yeni mezun üniversite öğrencisi bir arkadaş, işe giderken kıravatıyla bizim gömleğimizi giyebilmeli. Akşam eğlenceye giderken de giyebilmeli. Marjinal görünmek isteyen biri de bizim gömleğimizi giyebilmeli. Günlük kıyafetinin içine giydiği gömlekle farklılık yaratmak isteyen birisi varsa o da giyebilmeli. Hafta sonu kendini rahat hissetmek isteyen altmış yaşında bir amcamız varsa o da giyebilmeli. Gömlekle ilgili olarak mağazamıza girip de “İstediğim tarzı burada bulamıyorum” demeleri zor açıkcası. Her tarza ve çizgiye yönelik bir şeyleri bizde bulabilirler.
Kadınlar için de gömlek tasarlamayı düşündünüz mü?
Kadınlar için bir başka marka altında bir şeyler yapmayı çok isterim! Çünkü kadınlar alışveriş yapmayı çok seviyor, işimiz daha kolay olur herhalde 🙂 Ayrıca kadınlara bir şeyler beğendirmek biraz zor.
Son olarak Sinan Çetin’le ses getiren bir reklam filmi çektiniz. Genelde onu kamera arkasında görmeye alışığız. Bu sefer kamera önünde oyuncu olarak görüyoruz. Olaylar nasıl gelişti?
Sinan Çetin, reklam anlamında Türkiye’de çok büyük yeri olan bir isim. Tanıdığım firma sahipleri arasında, “Bizi biz yapan Sinan Çetin’dir” diyen kişiler var. Sinan Çetin’le biz daha önce de bir reklam çektik, ama kendisi perdenin önünde olmadığı için kimse bilmiyordu. Sonra Sinan Çetin’in kendisinin, hatta oğlunun da içinde olacağı bir proje üzerinde anlaştık. Maalesef oğlu bu nahoş olayları yaşayınca projeyi iptal etme durumuna geldik. Projeyi soğumaya bıraktık, fakat yaık kalarak sonunda filmi çektik. İşin içine başka oyuncular ekledik. Açıkcası çok tepki aldık. Ancak buna rağmen Sinan Çetin ile yapmış olduğumuz reklamın olumlu yanlarının daha çok olduğunu söyleyebilirim. Sinan Bey’in bireysel anlamda hiç suçu olmayan bu olay sonrasında bütün ticari ilişkileri etkilendi. Bizimle ilgili olan kısmını, elimizden geldiği kadar kimseyi kırmadan yönetmeye çalıştık.
İş konusunda rol modeliniz kim? Türkiye’den veya dünyadan?
Mark Zuckerberg’i seviyorum. Çünkü odası yok, her gün aynı tişörtü giyiyor. Ben de onun gibiyim. Sabah tişört giyip işe gitmek çok keyifli bir şey. Şirkette nadir uğradığım ve misafirlerim geldiğinde ağırladığım bir odam var. Devamlı ekiple iç içeyim; departmanların ortalarında toplantı masalarımız var. Sürekli işimin içerisindeyim. Zuckerberg’in de her detaya hakim olduğunu düşünüyorum. O yönden çalışma prensiplerini seviyorum. Onun dışında Mustafa Küçük çok değer verdiğim biri. Bana göre perakende anlamında en zeki girişimcilerden biri. Bir insan nasıl hem bu kadar zeki, hem de mütevazı olabilir? LC Waikiki markası söz konusu olduğunda hep ön planda başka insanlar görürsünüz, ama ben sektörün içerisinde olduğum için biliyorum: Mustafa Bey işin beynidir.
Tudors tecrübesinden edindiğiniz en kıymetli ders nedir? Yeni girişimcilere hap gibi bir tavsiye verecek olsanız ne söylerdiniz?
Başarılı olsun ya da olmasın, hiç düşünmeden bir şeyler yapsınlar. Daha okurken bir şeyler denemeliler. O denediğin şeylerin bir tanesi, bir bakıyorsun tutuyor. Bütün girişimcilik hikayeleri böyledir. Hiç durmadan bir şeylerle uğraşmaları lazım. Ben önce ticaretle, sonra mimarlıkla uğraştım ve kardeşimin de desteğiyle bu işi kurduk. Üniversitedeyken okula tam zamanlı gitmesinler; uğrasınlar. Okurken mutlaka çalışsınlar. Gofret satsınlar, host’luk yapsınlar, gönüllü çalışsınlar, hatta gerekirse üstüne para verip bir yerlerde çalışsınlar, ama mutlaka bir şeyler yapıp piyasanın içerisine girsinler. Üniversite mezunları bize çok kötü durumda geliyorlar. Onlara baştan eğitim vermek gerekiyor. İşin kötüsü de, “her şeyi biliyorum” edasıyla gelmeleri.
Son zamanlarda gördüğünüz en güzel şey neydi?
Kendimi işe çok kaptırmışım. Son zamanlarda gördüğüm en güzel şey: 20 günlük minik oğlum Oğuzhan.
Markanıza adını veren Tudors dizisinin yerini şimdi hangisi aldı? Şu sıralar takip ettiğiniz dizi var mı?
Şu sıralar maalesef dizi izlemeye pek vakit bulamıyorum.
Hayatınızın şu andaki ana teması olabilecek müzik hangisi?
Son zamanlarda müzik zevkim değişti. R&B ve elektronik müzik bana enerji katıyor. Bir de Karadenizli olduğumdan, özgün Karadeniz müziğini severim.
Sırada ne var?
Benim için sıradaki en önemli iş, yapmış olduğum işte başarılı olmak. Çünkü başarılı olma basamaklarının çok başındayız. Gerçekten dünyada herkesin bildiği ve kabul ettiği bir marka haline gelebilirsem; kendim, ailem ve ülkem adına o zaman sıradaki başka bir işe geçebilirim.