Gizemli moda yazarı: Pelin Kaya
Onu yıllarca kim olduğunu bile bilmeden takip ettik; kimi zaman duygularımızın tercümanı oldu, kimi zaman sivri diline inanamadık… Sabah Gazetesi’nde yazmaya başladığından bu yana kanlı canlı karşımızda olan Pelin Kaya ile amatörce başlayan ve belki de bu samimiyeti nedeniyle kulaktan kulağa yayılan ününü, kariyerinin nasıl şekillendiğini konuştuk. Tarz sahibi olmak ile şık olmanın farklarını masaya yatırdık, üstüne üstlük basit ama anlamlı tavsiyeler aldık…
Hobisini işe dönüştüren şanslı kişilerdensiniz. Hayat sizi bu yöne nasıl sürükledi, kısaca anlatır mısınız?
2008 yıllında, yani blog rüzgârının Türkiye’ye geldiği zamanlarda son derece amatörce bir blog açmaya karar verdim. Modayı ve moda konusunda eleştiri yapmayı seviyorum. Sadece kendime açtığım bir blog’tu bu aslında. Blog’u açtığım zamanlarda birileri okusun, görsün, yayılsın diye hayal dahi etmiyordum. Başlangıçta kim olduğum bilinmiyordu, hatta ‘Moda ve Sosyete’ ismini bile özellikle seçmedim. Blogspot’ta beğendiğim isimler uygun olmayınca önerilenler arasından ‘Moda ve Sosyete’yi seçtim. Yani o derece amatör başladım. Beş sene boyunca kimse kim olduğumu bilmiyordu, çok yakınlarım haricinde. O zamanlar hiç kimsenin eleştirmeye cesaret edemediği isimleri iyi veya kötü masaya yatırıyordum. “En güzel tanıtım kulaktan kulağa olur” derler ya, gerçekten de öyle oldu. Kulaktan kulağa yayıldı; “Aa bunu tanıyor musunuz? Moda ve Sosyete diye bir sayfa var herkesi eleştiriyor, yerden yere vuruyor” diye konuşulmaya başlandı.
Çok sivri bir dilim vardı, bu dikkat çekti. Sosyal medyada her ay milyona yakın tıklarım oluyordu. Hiçbir reklam almadan bu tıklara ulaşmak benim için inanılmazdı. Beş yıl kimse bilmeden blog yazmaya devam ettim ta ki Şengül Balıksırtı’ndan Sabah Gazetesi Günaydın ekine yazma teklifi alana kadar. Ondan sonra kim olduğum ortaya çıktı. 2008’den bu yana, yani 10 senedir günde en fazla bir saatimi ayırdığım hobim, şu an da tam zamanlı mesleğim oldu. Ben de hâlâ hayretler içerisindeyim ve çok mutluyum.
Paris Schiller Üniversitesi’nde pazarlama okudunuz, hiç mesleğinizi yaptınız mı? Moda tutkunuzun ve kariyerinizin bu yöne evrilmesinin Paris’le ilgisi var mı?
Galatasaray Lisesi’nde okurken ileriye dönük hayallerim mesleki anlamda gelişmişti. Tasarımcı olmak istiyordum. Hatta hiç unutmam; 11–12 yaşlarımda eskizlerim bile vardı. Fakat ailemden destek görmediğim için onların istediği doğrultuda gelişti tahsil hayatım. Yine de “ortada buluşalım” dedim, frankofon olduğum için âşık olduğum Paris’te okumaya karar verdim. Pazarlamayı eşimle beraber kendi şirketimizde çalışırken bir dönem yaptım; şu an da kendi markamın dijital platformda pazarlamasını yapıyorum. Her gün dergi tadında bir konu bulmakla sorumluyum. Gündemi yakalamalıyım, hiçbir şeyi kaçırmamalıyım bir şekilde bilgimi konuşturmalıyım… Aslında evet, pazarlama yapıyorum.
Paris’te yaşamamın kariyerime etkisi büyük tabii ki… Orada uzun bir dönem yaşadım. Ancak ne olursa olsun, sizi asıl yönlendiren yaşadığınız şehirden ziyade içinizdeki duygular ve güdüler oluyor. Nihayetinde belki eğitimini göremedim ama hayat bana çok istediğim mesleği ucundan yakalamam için bir fırsat sundu.
Moda ve Sosyete, sosyal medyada en çok takip edilen hesaplar arasında. Üstelik olumlu olduğu kadar olumsuz paylaşımlarınız da oluyor. Kızdırdığınızı düşündüğünüz isimler var mı?
En büyük tepkiler ünlülerin fanlarından geliyor. Aslında ben blog’ta başladığım tarzı Instagram’da da devam ettiriyorum. Belki biraz daha törpülenmiş bir şekilde… Çünkü artık gazetede yazıyorum. Gazetede nasıl yazıyorsam, Instagram’da da o şekilde yazıyorum. Amaç hiçbir zaman birilerini kırmak değil, bunun altını önemle çizmek isterim. Olması gerektiği tarzda eleştirimi dile getiriyorum. Tabii ki çok büyük tepkilerle karşılaşıyorum. Onları da bir şekilde ayarlamak için Instagram’da müthiş bir gayret sarf ediyorum aslında. Yorumları filtreden geçiriyorum çünkü kötü yorumları istemiyorum. Bu beni çok uğraştırıyor ama en büyük etkileşim de eleştiri yaptığınız vakit geliyor. Sayfamın gelişmesi açısından da usturuplu bir şekilde ama özellikle eleştirel konular seçmeye çalışıyorum. Bu iş böyle!
Sosyal medyayı aktif kullanıyorsunuz. İlk yola çıktığınız 2008’den bu yana dijital iletişim mecralarının çehresi ve kuralları çok değişti. Şimdi nasıl bir atmosferdeyiz? Bu değişime dair sevdiğiniz ve sevmediğiniz şeyler var mı?
En büyük değişim; blog’lar eskisi gibi rağbet görmüyor, hatta neredeyse hiç görmüyor diyebilirim. modavesosyete.blogspot.com’u canlandırmak için bir ara denemelerim olmuştu ama imkânı yok. Instagram gibi müthiş bir hızla gelişen sosyal ağ yanında blog kullanılmaz hale geldi. Artık her şey bir hashtag’lere (etiketlere) bağlı. İstediğiniz habere anında ulaşabiliyorsunuz. Her şey çok hızlı gelişiyor. Buna ayak uydurmanız için Instagram üzerinden ilerlemeniz gerekiyor. Asistanım ile beraber iki kişi götürüyoruz biz bu işi. Tabii ki Instagram’ın devleşmesinin de katkısı yüksek. Müthiş bir güç. Çünkü artık bu işin içine markalarla işbirlikleri de girdi. Çok büyük bir rekabet var. Bunun yanı sıra zevk almazsanız yapamazsınız. İnanılmaz zevk alıyorum, keyif alarak yapıyorum bu işi. En büyük değişim; Instagram gibi bir dev diyebilirim ve hâlâ onun içinde markamı, sayfamı sürdürmeye çalışıyorum.
Davetler, etkinlikler ve de yanı sıra son derece aktif bir sosyal medya hesabı… Hepsine yetişmenin formülü nedir?
Bir önceki sorumda da belirttiğim gibi çok yorucu ama bu benim artık işim. İşimi de çok büyük bir keyifle, zevkle ve aşkla yapıyorum. Bu tabii ki bir şekilde benim yaptıklarıma da yansıyor. Bu da bir şekilde markaların dikkatini çekiyor. Etkileşimlerim ve görünürlüklerim çok yüksek. Hepsine yetişmek kolay olmuyor ama oluyor. Bir asistanım var ama asistandan öte arkadaşım oldu benim. Hatta kardeşim diyebilirim, kendisiyle çok güzel bir sinerji oluşturduk. Yeri geldiğinde benim yapamadığımı o tamamlıyor. O şekilde iyi idare ediyoruz. İdare etmeye de devam edeceğiz.
Klişe gibi gelse de herkesin bir (veya daha çok) stil ikonu veya ilham perisi vardır. Sizinki(ler) kim(ler)?
İlham aldığım değişmez ikonlarım hep vardı ve bunlar yıllardır hiç değişmedi. Kendimi bildim bileli hep aynı isimler arasında dönüp duruyorum. Çünkü zarafeti, şıklığı, güzelliği ve asaleti bu isimlerde görüyorum. Audrey Hepburn, Grace Kelly, Lady Diana ve Jacqueline Kennedy benim için değişmez ikonlar. Bir yüzyıl daha geçse yine onlar devam edecek. Öyle kalın bir çizgiyle imzalarını atmışlar. Yeni dönemde maalesef böyle isimler göremiyorum. Güzellik derseniz belki birini söyleyebilirim ama asalet, zarafet sonradan olacak şeyler değil… Hâlâ bulamadığım için bu işimler arasında dönüp duruyorum Çağlacığım.
‘Stil sahibi olmak ile şık olmak’ arasındaki farkı nasıl tanımlarsınız?
Şık olmak o kadar da zor değil aslında. Maddi olanağınız varsa, birkaç dergi karıştırıyorsanız, ufacık da olsa yardım alırsanız ve birazcık vizyon sahibiyseniz şık olabilirsiniz. Zaten şıklığın belli kuralları vardır. Bu da o kadar zor değil. Google’a “Şık olmanın prensipleri nelerdir? Nasıl şık olurum? Şık olmanın beş kuralı nedir?” diye yazsanız bile şık olabilirsiniz! Ama stil sahibi olmak sizin şıklığınıza atmış olduğunuz imzanızdır. Size aittir. Kullandığınız bir küpe, taktığınız kolye, her zaman tercih ettiğiniz çanta ve giydiğiniz ayakkabı modelleri… Bunlar sizin stilinizdir. Sizi yansıtan ögelerdir. Şıklıkla stil sahibi olmak arasındaki fark bence budur.
Sizce kadınların en çok yaptığı stil hataları neler?
Bir kadının vücut proporsiyonuna göre uygun giyinmemesi. Kimse 36 beden olmak zorunda değil ama her kadın kendi vücut ölçülerine göre giyinmeli. Farklı birçok vücut tipi var. Vücudumuzun güzel olan taraflarını ön plana çıkararak memnun olmadığımız bölümlerini de birazcık daha arka plana atarak giyinebilmeyi seçebiliriz.
Geniş bir moda bilgi ve birikimine sahipsiniz. Beğendiğiniz bir marka özel bir koleksiyon tasarlamanızı istese, nasıl bir çizgisi olurdu?
Bir marka benim için bir koleksiyon yapsa sanırım tek parça tasarıma yönelirdim. Yani ya bir gömlek ya bir ceket, ya da bir elbise veya etek gibi tek parçaya yönelirdim. Bu parçanın olabilecek bütün alternatiflerinin bulunduğu bir koleksiyon hazırlardım.
Türkiye’de Mercedes Benz Fashion Week’i ve Türk modacıların genel olarak performansını nasıl buluyorsunuz?
Moda haftamızda ismini ispatlamış tasarımcılarımızın koleksiyonlarını izlemeye keyifle gidiyorum ama ben bundan sonra ismini listeye daha yeni yazdırmış, ilk koleksiyonunu sunacak yetenekleri görmek istiyorum. Bir sonraki moda haftasında özellikle bunu yapacağım. Daha ismini hiç duymadığım isimleri tercih edeceğim. Onları yakından incelemeye çalışacağım. Sosyal medyam ve madem bir milyona yakın takipçim var, geniş kitlelere duyurmak adına onlarla olmaya çalışacağım. Umarım elimden gelen yardımı yapmış olurum. Açıkçası nasıl ki onlar yeni koleksiyonlarını göstermek için büyük bir heyecan yaşıyorlarsa, ben de onların koleksiyonunu göreceğim için yaşayacağım bu heyecanı.
Bu yaz stiliyle fark edilmek isteyenlere tavsiyeleriniz neler olurdu?
Sadece bu yaz için konuşup rengârenk çiçekli elbiseler giyin, şu aksesuarı ya da ayakkabıyı kullanın demeyeceğim. Herkese söyleyeceğim şu ki ‘zamansız’ olmaya özen göstersinler. Zamansız, iki sene sonra bile rahatlıkla giyebilecekleri parçaları seçsinler. Amacınız üstünüze giydiğinizin ön plana çıkması değil. Fiziğinizi, duruşunuzu ve havanızı tamamlamasıdır. Bu tarzın en güzel örneklerini şu ara İskandinav sokak stilinde görüyorum. Meraklılarına incelemelerini ve mümkünse ilham almalarını öneririm.
Son zamanlarda sizi en çok çarpan/ilham veren ne oldu?
Küresel anlamda kadınların güçlenişini gördüğümüz bir dönemdeyiz. Müthiş bir hayranlık duyuyorum. Özellikle ‘me too’ akımıyla… Şu an artık zirve yapmış durumda. Kadınlar korkmadan kendini en iyi bir şekilde ve olabilecek en zirve yerde ifade edebilme cesaretini gösterebiliyor. Çok güzel ilham oluyor bu kadınlar bize. Beni en çok etkileyen akım budur.