GARDIROP MAGAZİN

Melike İpek Yalova: Kalpten Gelen Samimiyet

“Aşk bana göre ne bu aralar inanın bilmiy­o­rum. Genel olarak gözlemlediğim insan­ların çok yozlaştığı. Bu da beni korku­tuy­or açıkçası. Çok sevdiğim bir filmdir Jer­ry Maguire, orda Rene Zellweger’in canlandırdığı Dorothy çok güzel bir şey söyler “Maybe love shouldn’t be such hard work” yani “Bel­ki aşk bu kadar da uğraş / efor gerek­tire­cek bir şey olma­malı”. Sanırım bu ara düşüncemi en iyi anla­tan cümle bu.” diyen Melike İpek Yalo­va, soru­larımızı tüm samimiyetiyle yanıt­la­yarak iç dünyasına yol­cu­luk etmem­izi sağladı. Duyarlı, güzel ve sami­mi başarılı oyun­cu Melike ile çok key­i­fli bir kapak çekimi gerçekleştirdik.

Röpor­taj Çağla Küçükdere­li Fotoğraflar Ser­hat Hayri Videografi İske­nder Cem Demir­taş, Can Yıl­maz Styling Merve Özmen Saç Atakan Gelişli Makyaj Burak Mert Aydın Kurum­sal İletişim Mine Gündüz Mar­ka İletişimi Yon­ca Yalkı Prodük­siy­on Nutek Stu­dio

 Katkıların­dan dolayı PASTEL’e teşekkür eder­iz. 

Hay­atının nasıl bir dönemindesin? Nel­er yapıy­or­sun?
Yoğun bir çalışma döneminin ardın­dan, her şeyin daha sakin olduğu, biraz dinlenebileceğim bir döneme girmiştim ki ülkece çok büyük bir felaket yaşadık. Hep­imiz gibi her şeyi sorguladığım, bilsem de ötelediğim olay­ları daha cid­diye alma dönemindeyim. Yani hay­at­ta en önemli şeyin sağlık olduğu, sevdik­ler­im­izi asla ihmal etmemem­iz gerektiği, ufak şeylerden kalp kır­ma­mayı her an aklımız­da tut­mamız gerektiği gibi konu­lar. Bun­lar elbette birey­sel olan, ken­di hay­atı­ma dair olan­ları. Bir de bir vatan­daş olarak, bil­im, alt yapı, liyakat gibi konu­ların önemini çok acı bir şekilde gördüğümüzü düşünüyorum. Kay­bet­tik­ler­im­izi ne yap­sak geri getiremeyeceğimizi bilmek çok üzücü, fakat Türkiye Cumhuriyeti gibi cen­net bir ülkenin her vatandaşının hak ettiği gibi yaşayabildiği; çocuklarının mut­lu olduğu, gençlerinin gele­cek kaygısı taşımadığı, yaşça büyüklerimizin emekliliğinin tadını çıkardığı bir Türkiye’nin gerçek olması umuduna tutunduğum bir dönemdeyim.

“Muhteşem Yüzyıl”, “Kara­dayı”, “Bir Zaman­lar Çukurova”, “Can Feda”, “İnsanlık Suçu” ve “Mahkum” gibi dizi ve film­lerde rol aldın. Bu pro­jel­er arasın­da seni en çok heye­can­landıran hangisiy­di?
Hep­si çok önemli, çok güzel pro­jel­er tabii ki. Ama elbette Muhteşem Yüzyıl ilk işim olduğu için çok fark­lı bir pro­je ben­im adı­ma. Onun dışında “Can Feda” çok iyi yazılmış bir senary­oy­du, çok güzel bir ekiple, çok sev­erek yer aldım. Dediğim gibi tüm bu saydığınız pro­jel­er çok özel pro­jel­er elbette ama oynadığım karak­ter üzerinden bakarsak beni en heye­can­landıran­ların başında “Mahkum” geliy­or. Şimdiye kadar ben­im oynadığım her karak­ter­den fark­lı; hem bir “DcComics” hikayesi gibi sürrealliği olan, hem de hay­at gerçek­liği barındıran bir iş ve bir karak­ter­di.

Neredeyse oynadığın dizilerin tamamın­da “aşk” var. Sen aşkı nasıl tamam­larsın?
Aşk bana göre ne bu aralar inanın bilmiy­o­rum. Genel olarak gözlemlediğim insan­ların çok yozlaştığı. Bu da beni korku­tuy­or açıkçası. Çok sevdiğim bir filmdir Jer­ry Maguire, orda Rene Zellweger’in canlandırdığı Dorothy çok güzel bir şey söyler “Maybe love shouldn’t be such hard work” yani “Bel­ki aşk bu kadar da uğraş / efor gerek­tire­cek bir şey olma­malı”. Sanırım bu ara düşüncemi en iyi anla­tan cümle bu.

Ken­di­ni ekran­da en beğendiğin “işte bu olmuş” dediğin an hangisiy­di? Bir sahne geliy­or mu aklı­na?
Öyle “işte bu olmuş” diyemiy­o­rum sanırım ben bir türlü, fakat elbette beni zor­layan ve bun­dan bir oyun­cu olarak mut­lu­luk duyduğum sah­neler­im oldu. İlk aklı­ma gelen “Bir Zaman­lar Çukurova”da, Müjgan’ın erken doğum yaptığı ve son­rasın­da­ki blok diye­bilir­im. Vahide Abla’nın (Perçin) üzerimde çok hakkı vardır, beni bir bebek gibi kurup yol­ladı res­men sah­n­eye. “Can Feda”da da Kerem’in “Biz Türk Askeri hep bur­dayız, gitmeyeceğiz.” dediği sahne diye­bilir­im. Zat­en çok iyi yazılmış bir sah­ney­di. Çağatay Hoca’nın yönlendirmesi, rol arkadaşımın bir­lik­te çalışması çok rahat bir aktör oluşuyla güzel bir sahne çıkardığımıza inanıy­o­rum. Bun­lar ilk aklı­ma gelen­ler.

Oyun­cu olarak hay­ali­ni kurduğun, içinde olmayı çok istediğin bir pro­je ya da bir­lik­te rol almak istediğin bir isim var mı?
Ulus­lararası bir yapım­da yer ala­bilmek en çok istediğim şey bu ara. Onun dışında, biyo­grafi çok seviy­o­rum; bir oyun­cu­d­an da önce bir izleyi­ci olarak. Atatürk’ün Fikriye’sini can­landıra­bilmeyi çok ister­dim.

Sence kariy­erinde­ki dönem nok­tan han­gi pro­jeyle oldu?
Her şeyin başlangıcı olduğu için elbette Muhteşem Yüzyıl. Bana çok büyük bir şans ver­il­di ora­da; bunun farkın­dayım ve her zaman çok özel ola­cak ben­im için. Ama dönüm nok­tası anlamın­da Mahkum’un ayrı bir yeri var. Çünkü pro­jenin çok iyi oluşu vs. her şeyden ayrı, bana dair çok keskinleşen bir “dönem” algısın­dan çıkmama bu iş vesile oldu diye düşünüyorum.

Melike’nin kale­minden çıkan bir senaryo nasıl olur­du? Nasıl bir hikaye yaz­mak ve yönetmek ister­din?
Sanırım yönetmenlik yapa­mam, çok çok başka bir yetenek o, çok ayrı bir bakış açısı. Fakat senar­ist Melih Özyılmaz ile beraber çalışıyorum, ondan yaz­mayı öğrenmek için elim­den geleni yapıy­o­rum. Her ne kadar yönetmen, yapım­cı, oyun­cu gibi unsurlar elbette çok önemli olsa da hikaye bana göre her pro­jenin en ana damarı. Bir oyun­cu olarak da hikayeden, senary­o­dan cid­di şekilde anla­mak duru­mundasınız bana göre. Ben­im yaz­mak için üzerine çalıştığım hikayeyse, maale­sef artık nerdeyse kaybettiğimize inandığım duygu­lar üzerine. Yani Ertem Eğilmez film­lerinde­ki nai­flik, dürüstlük, sev­gi, vefa gibi konu­lar üzerine hay­al kurarken buluy­o­rum hep kendi­mi. Ülke olarak da en çok buna ihtiy­acımız olduğunu düşünüyorum. Bize nefes aldıra­cak hikayel­er, aslın­da insan olarak kalbimizde nelerin olduğuna ayna ola­cak hikayel­er bence. Hep­imize biraz umut lazım.

Genel olarak nasıl bir hay­at felse­fen var? Bugüne kadar edindiğin en kıymetli ve ade­ta hay­at der­si olarak benimsediğin bil­gi ney­di?
Ben genel olarak, hemen her olay­da insan­ların yer­ine kendi­mi koy­maya çalışıyorum. Empati yapıy­o­rum yani. Bir şey beni üzse de o insana bunu yap­tıran şey ne, onu anla­maya çalışan bir insanım. Bu elbette sömürülmeye de çok açık bir durum farkın­dayım. Yine de adil bir fikir sahibi olmak için bunu inat­la yap­maya çalışırım. Fakat gal­i­ba artık biraz yıprandım. Descartes “İnsanların gerçekte ne düşündüklerini anla­mak için ne söylediklerine değil ne yap­tık­ları­na bakın” der. Sanıy­o­rum insan ilişkilerinde en güvenli olan bu yaklaşımla iler­lemek.

Tanınır biri olmak senin için ne ifade ediy­or? Bu duru­mu nasıl yönetiyorsun?
Andy Warhol’un öngördüğü gibi günümüzde artık hemen herkes tanınır nerdeyse. Dolayısıy­la ün eskisi kadar uzak bir kavram değil insan­lar için. Ben­im içinse hiçbir zaman çok büyütülecek bir şey olmadı. Küçükken de “ünlü” insan görmek ekstra bir şey ifade etmez­di açıkçası. Ben 7 yaşlarındaydım, ülkenin başbakanıyla oturduğum zaman ve ilk gözlemlediğim kendine dürüst olan ve ondan çekinmeden fikri­ni söyleyen insan­lara daha önem verdiğiydi. Yani su anlam­da söylüyorum; ün, güç, şan, şöhret bun­lar size çok yalan­dan bir çember oluşturabilir. Her zaman dikkat etm­eniz lazım. Ben bun­lara dikkat etm­eye çalıştım hep. O yüzden her zaman dürüst ve her ne gerekçeyle olur­sa olsun bana yalan söylemeyecek insan­lar­la devam ediy­o­rum hay­atı­ma. Günlük yaşantıma gelirsek de beni sev­en takip eden insan­lar­la güzel bir ilişkim var, ben­im takipçilerim de ben­im gibi. Aynı kafayız yani. Bir şeyi beğenmediklerinde söylüyorlar kır­madan ama dürüstçe, sevgi­lerinde ilgi­lerinde biliy­o­rum ki gerçekler. Ben­im için de en önemli şey bu açıkçası.

Oyun­cu­luk anlamın­da gelişmek için nel­er yapıy­or­sun? Ken­di­ni nasıl güncelliyorsun?
Söylediğim gibi 6 Şubat depremiyle başlayan süreçte pek bir şey yapa­maz bir haldey­dim. Sanıy­o­rum hemen herkes de böyle. Öncesi için konuşabilirim ama. Çok fazla film izliy­o­rum ve okuy­o­rum. Bir de hocam Esra Kızıldoğan ile her pro­je öncesi ve pro­je süresinde düzenli çalışıyorum. Esra hem çok iyi bir dost hem müthiş bir hocadır. Bir­lik­te kendimizi yeniley­erek, öğrenerek ve eğlenerek iler­liy­oruz. Bu anlam­da ben­im en kıymetli yol arkadaşlarımdan biri.

Hay­at­ta­ki en büyük ilham kay­nakların, seni motive eden şeyler nel­er?
Şimdi kimi okuyan önyargıyla yaklaşacak söylediğime ama yine de dürüstçe bu cev­abı vereceğim. Bu aralar en büyük ilham kaynağım köpeğim “Mav­er­ick”. Daha doğrusu tüm köpekler. Çünkü şunu gözlemliyorum, her değişime saniyesinde ayak uydu­ran can­lılar köpekler. Mav derin bir uyku­da mesela, bir sese uyanıy­or niye uyandım şikayeti yok, uykuyu saniyesinde atıy­or üstünden ve onu uyandıran şeye yöneliyor. Arabaya biniy­oruz arabaya çok bayıl­masa da niye araba­dayız huysuzluğu yok, şehir değiştiriyoruz düzenim bozul­du şikayeti yok. Hemen, der­hal o an nerdeyse oraya ayak uydu­ruy­or ki bu bence muaz­zam bir güç bir can­lı için. Hemen adapte olma yeteneği yani. Her an, anda kal­a­bilmeyi onla öğreniyorum. Bir saniye öncesi bit­ti git­ti. O anda kalmayı başarmak, sadece bir oyun­cu­nun sah­ne­sine hizmet eden bir şey değilmiş yani, insanın ayak­ta kal­a­bilme­si adı­na çok önemli. Biz insan­lar, köpekleri ya da kedi­leri kurtardığımızı düşünüyoruz hep. Oysa ki inanın tam anlamıy­la yan­lış olmasa da tam anlamıy­la eksik bu düşünce. Onlar da bizi kur­tarıy­or. Hem de bunu biz­im gibi bir kere değil, biz moral moti­vasy­on olarak düştükçe, kötü olay­lar yaşadıkça üzüldükçe, gün içinde kim bilir kaç kere yapıy­or­lar.

Moday­la aran nasıl?
Moday­la aram fena değil. Yani takip eder­im ama modanın güncel trend­ler­ine bağlı yaşamıyorum açıkçası. Sevdiğim bel­li başlı markalar var, onların da çizgileri genelde bel­lidir yeni­lik yap­salar da klasik­leri korurlar.

Gardırobunun olmazsa olmaz beş parçası nel­er?
Yani gal­i­ba olmazsa olmaz diyeceğim bir şeyim yok. Her şekilde idare ede­bilir­im. Moda gerçekten şahane bir şey, her an her saniye güzel giyi­nen insan­lar var. Böyle takip ettiğim beğendiğim o çok ayrı ama insanı gösterenin kıyafet değil içindeki karak­teri olduğunu düşünüyorum. Ken­di dolabı­ma gelince kot, sneak­ers, beyaz t‑shirt, klasik bir trençkot; dönüp dolaşıp çok giydiğim kıyafetler.

Stil danışmanı ile çalışıyor musun? Kıyafet seçimini yaparken en çok neye dikkat ediy­or­sun?
Stil danışmanıyla çalışmıyorum, çok sık dav­ete giden bir insan değilim. Sevdiğim güvendiğim insan­lara fikir­leri­ni sorarım ama elbette. Kıyafet seçerken ner­eye gittiğim önemli bir de nasıl bir ruh halinde olduğum. Ben ayakkabı bağımlısıyım, genel olarak o ara han­gi ayakkabıyı giym­eye tak­tıysam ona göre kıyafet seçiyorum. Biraz ter­sten işliyor bende yani bu kıyafet seçme olayı.

Yurtiçi ve yurt dışında gizli alışveriş durak­ların nerel­er?
Yurt dışında İtalya’ya gittiğimde alışveriş yapıy­o­rum normalde, söylediğim gibi sevdiğim takip markalar var, illa 100 şey almak yer­ine 1 tane içime sineni alır otu­ru­rum. Ama illa su mar­ka bu mar­ka takın­tım asla yok. Ben­im beğenmem yeter­li diye­bilir­im.

Sosyal medya ile aran nasıl? Günde ne kadar vak­ti­ni har­cıy­or­sun, favori uygu­la­maların hangi­leri?
Sosyal medyayı seviy­o­rum, tele­fon genelde elimdedir diye­bilir­im. Insta­gram ve özellikle twit­ter en çok zaman geçirdiğim uygu­la­malar. Ülke ve dünya gündeminden an be an hab­er­dar ola­biliy­oruz twit­ter sayesinde. Sosyal medyanın doğru kullanıldığında ne kadar önemli olduğunu özellikle deprem zamanı bir kere daha gördük. Pek çok hay­atın kur­tarıl­ması­na vesile oldu. Bil­gi kirliliği olmuy­or mu elbette ola­biliy­or dünyanın her yerinde olduğu gibi, ama fay­daları her zaman daha fazla bence.

Cilt bakım ruti­nin var mı? En sevdiğin güzellik ürünleri nel­er?
Cildime ve yüzüme iyi bak­maya gayret ediy­o­rum. Çok sevdiğim bir dok­to­rum var (Ali Ker­im) o ne der­se o şekilde iler­liy­o­rum. Ama evde öyle yüzüme onu süreyim bunu süreyim yapan bir insan değilim. Sabah aksam yıkarım mut­la­ka ve eczane ürününü iyi bir nem­lendiri­ci ve güneş koru­ma. Bun­ların dışında evde yaptığım bir şey yok. Cilde ne kadar çok verirs­eniz, o kadar çok ister. Ken­di başıma çok uğraşmamaya çalışıyorum.

Kişisel gelişiminle ilgili ne yap­mak seni mut­lu ediy­or?
Klişeleşen tabir­le “Kişisel gelişim” kafası bir insan ola­madım ben pek. Öğrenmeyi bilirsen, ya da fark­lı bak­a­bilirsen hay­atın her anı bir şey katıy­or sana zat­en. Gözlem çok önemli. Oku­mak çok önemli. Her neyle ilgili olur­sa olsun, okuyup öğrenip bildik­ten son­ra fikir sahibi ola­bilmeyi ilke edin­mek çok önemli. Doğru gözlemleyip, bil­giye day­alı fikir sahibi olup, neden- sonuç ilişkisi kur­mayı becere­bilen bir birey olur­sanız, işte o kişiliğiniz her an gelişir zat­en doğal bir net­ice olarak. Böyle bakıy­o­rum. Yanı sıra yeni bir dil öğrenmek, en azın­dan buna çalışmak insanın ufkunu geliştiren şeyler. Ben de bunun­la alakalı eksik­ler­i­mi tamam­la­maya çalışacağım bu süreçte mesela.

Son dönemlerde kurduğun hay­aller genel­lik­le ne ile ilgili oluy­or?
Son zaman­lar­da kurduğum hay­aller hep mut­lu­luk­la ilgili. Sadece kendim için değil, hep­imiz adı­na. Ben birey­lerin mut­lu olduğu, özgürlüklere saygılı, fark­lılık­ların bizi ayrıştırdığı değil birleştirdiği, bir­biri­ni sev­en sayan insan­lar olduğumuz bir ülke hay­ali kuruy­o­rum. Çocukların aç olmadığı, korun­mak kol­lan­mak zorun­da olmadık­ları bir ortam­da çocukluklarını yaşayabildikleri, kadın­ların şiddet mağduru olmadığı; “Kadın Hak­ları” değil “İnsan Hakları”na tabii bir şekilde, eğitimde ve kariy­erde eşitlik sahibi olarak yaşama şansına sahip olduk­ları bir Türkiye. Biz bir­biri­ni sev­en, ayır­mayan, her ne olur­sa olsun kom­susu açken ken­di tok yat­mayan bir ülkeydik. Fab­ri­ka ayarlarımıza dönmeyi hay­al ediy­o­rum. Nefreti, kutuplaşmayı bir kenara bırakıp, çalışan üreten, çalışmasının karşılığını her anlam­da alan, bil­i­mi yol har­i­tasının merkezine koy­an bir Türkiye umuduna tutunuy­o­rum. Çünkü biliy­o­rum ki birey­sel ve bunun tabi bir sonu­cu olarak toplum­sal mut­lu­luk, ancak ülke olarak kim olduğumuzu hatırladığımızda bize geri gele­cek.

 

Exit mobile version