GARDIROP MAGAZİN

Başak Cankeş: Giyilebilir Sanat

Sanat ile modayı bir araya getiren Başak Cankeş’in teatral kore­ografi­leri, moda dünyasın­da fark yarat­maya devam ediy­or. Son olarak MBFWI’nin 10. sezo­nun­da Fazıl Say’ın eseriyle sah­ne­le­nen “Aşk Cenaze­si” şovuy­la büyük beğeni toplayan Başak Cankeş’i yakın­dan tanıyalım.


Çiz­im yeteneğinizi ne zaman keşfet­tiniz? Tasarım­da size nasıl fay­dası dokunuy­or?
İzmir Ekono­mi Üniver­site­si Moda ve Tek­stil Tasarımı Bölümü’n­de­ki baskı der­s­ler­im­iz esnasın­da fark ettim. Aslın­da çiz­im­imde­ki bir­takım kusurlar­dan kay­naklanan fark­lı bir estetik tarz yakala­mayı zaman­la başardım. Ben­den bir sokak çizme­mi iste­s­eniz, bel­ki per­spek­tifte bir şeyler eksik kal­a­bilir ama illüs­trasy­onun kendine has fark­lı bir dili de vardır. Son­rasın­da yanın­da staj yap­tığım Bora Aksu da beni renk ve desene yönelmem konusun­da motive etti diye­bilir­im.

Eğitim yıl­larınız­dan cebinizde kalan en değer­li taşlar nel­er? İzmir Ekonomi’­den son zaman­lar­da çok iyi tasarım­cılar çık­tığını görüy­oruz…
Biz­im döne­mimizde sınıf­ta inanıl­maz bir rek­a­bet vardı. Herkes çok iyiy­di. Kim­imiz hari­ka kalıp çıkarıy­or­duk, kim­imiz desende veya kumaş tasarımın­da iyiy­dik. Okul­da tanıştığım birçok değer­li hoca ve yanın­da staj yap­tığım birçok tasarım­cı, kariy­er­imde han­gi yöne git­mek iste­diği­mi anla­ma­ma çok yardım­cı oldu. Okul­dan ikin­ci­lik­le mezun oldum. Yurt­dışın­da oku­mak da bir seçim­di, fakat ben İzmir’i bıraka­madım o zaman­lar.
 
Daha son­ra Lon­dra’­da­ki Cen­tral Saint Mar­tin­s’de moda yöne­ti­mi oku­mak size nel­er kazandırdı? Bu oku­lun efsanevi ünü nere­den geliy­or?
CSM’e git­tiğim yaz, ora­da bir insanın ne kadar hırslan­abildiği­ni fark ettim. Aşırı yetenek­li öğren­cil­er var ve tek his­set­tiğiniz şey, hay­atınız boyun­ca yarat­ma isteği oluy­or. Bunun­la beraber arkadaş ola­bile­ceğiniz bir­i­leri­ni bul­mak­ta zor­lanıy­or­sunuz, çünkü herkes bir­biri­ni rakip olarak görüy­or. Sanırım oradan çıkan­ların genel­lik­le başarılı olmasının sebe­bi de bu. Tam bir “moda savaşçısı” olarak yetiştir­ilme duru­mu. En azın­dan ben­im devam ettiğim dönemde, eğitim­lerinde bunu gözlem­led­im.

 
Bora Aksu tarafın­dan nasıl keşfedil­di­niz?
Üniver­sitem­ize bir pro­jeyi yürüt­mek üzere gelmişti. O esna­da ben jen­ga oyunu ile ilgili bir kon­sept üzerinde çalışıy­or­dum ve sat­en kumaşa nasıl ahşap görünümü vere­bile­ceği­mi araştırırken baskı atö­lyesinde saatler geçiriy­or­dum. Net­icede jen­ga gibi dökülen bir elbise yarat­tım. Bora Aksu, jüri­den son­ra beni sta­ja çağırdı, böylece Londra’da onun­la bir­lik­te çalış­ma şan­sı yakaladım.

Bashaques’ markasın­da­ki tasarım çizginizi “giy­ilebilir sanat” olarak tanım­lıy­or­sunuz. Bu tam olarak ne ifade ediy­or?
Bu yol­cu­luğa çıkarken aklım­da hiçbir kalı­ba girmek yok­tu. Çok içsel bir dönüşümdü ben­im için. “Küçük­lüğün­den sevdiğin iki şey seç. Büyüm­eye başladığın­da, onları baş­ka han­gi iki şeyle değiştirirdin?” gibi düşüncel­er aklım­da uçuşup duruy­or­du. Bel­ki de her zaman kıyafetlere modanın dışın­da, baş­ka bir beden boya­ma biçi­mi olarak bak­tığım­dan, insan­lar da giysi­ler­i­mi bir­er tablo gibi gördüler ve “Bun­ları giymek cesaret ister!” dem­eye başladılar. Fakat günün sonun­da, bu ben­im sanat yap­ma biçim­ime dönüştü. Mesela anne­min beni ilk müz­eye götürdüğü gün, o müzede gördüğüm çinil­er ve daha son­ra bal­eye yazıldığım gün, ben­im için aynı kümede duruy­or. Net­icede o günkü hisler ve izlen­im­ler, Turquoise Dancers adlı moda şovum­da Kütahya çini­lerinin için­de­ki balerin figür­leri olarak hay­a­ta geçti. Kütahya’ya gidip çini sanatçılarıy­la bir araya gelmek, ortak bir dilde buluş­mak ve gelenek­seli mod­ern­leştirmek de işin heye­can veri­ci bir parçasıy­dı.

Yer­el moti­fleri ner­eye kadar eğip bük­mek mümkün, kitsch’e kaç­madan?
Bence bu, yer­el moti­fi nasıl mod­ern­leştirdiğinize bağlı. Kitsch’e kaç­mak tama­men tasarım­cının dünya görüşü ile alakalı. Sadece Türkiye’de yaşamış, seya­hat­lerinden ve fark­lı kültür­ler­den esin­len­meyen bir tasarım­cı, tut­up biz­im lale motifi­ni ya da çin­te­maniyi olduğu gibi alıp kul­lanın­ca, o dediğiniz şeye dönüşüy­or maale­sef. Batı ile Doğu sen­tezinin bura­da çok dikkatli yapıl­ması lazım. Bu tabii matem­atik­sel düşünce ile elde edilebile­cek birşey değil. Bura­da tasarım­cı farkı ortaya çıkıy­or. İçten gelen bir görüş ve estetik anlayışı lazım.

Bir kıyafeti giy­ilebilir kılan nedir?
Sanatı giy­ilebilir kılan nedir der­s­eniz, san­ki daha doğru… Kıyafet zat­en giy­ilebilir olandır, fakat sanatı giy­m­eniz için daha derin detay­lar ve düşünce biçi­mi gerekir. Picasso’nun tablo­sunu alıp bluza bas­mak, sanat­sal değildir.
 
Kolek­siy­on­larınızın hikayeleri nasıl ortaya çıkıy­or?
Her kolek­siy­on­u­mun bir hikayesi olduğun­dan ziyade, her hikayeme özel giysiler ve sanat eser­leri serisi yap­tığımı söyle­mek daha doğru. Bu ayrım ben­im için çok önem­li. Yani hiçbir zaman kağıdı alıp kıyafeti çizip, son­ra onu nasıl sunacağımı düşün­med­im. Moda müzikalleri yaratıp orada­ki karak­ter­leri giy­dirdim. O sebe­ple markamın üçüncü yılın­da, 6. kolek­siy­on­um­dan son­ra far­ket­tim ki ben bu yap­tığımı teatral moda per­for­man­sı olarak da adlandıra­bilir­im ve bun­ları bile­tle gir­ilebilen oyun­lar veya sah­nelemel­er gibi sun­abilir­im. Yap­tığım şeyin moda olduğu­na olan inancım, bir nok­tadan son­ra fark­lılaştı. Çünkü takipçi­ler­im, her kolek­siy­on­um­dan iste­dik­leri kıyafeti bun­dan 10 yıl son­ra da ala­bile­cek­ler. Ve en önem­lisi: Moda­da en yeni olan en pahalıdır, ama ben­im kolek­siy­on­larım eskidikçe pahalılaşa­cak­lar.

Günün birinde şovlarınızın tur­n­eye çık­tığını da göre­bilir miy­iz?
Evet, kesin­lik­le böyle bir amacımız var. Fazla detay ver­mek istemiy­o­rum şimdi­lik. Kapılar açıl­sın, diye­lim!
 
Şovlarınız­da dan­sçılar, ışık ve dekor ile teatral atmos­fer­ler yarat­mayı seviy­or­sunuz. Örneğin “Gala’nın Hareme Gir­işi” kolek­siy­onunun sunumun­da kul­landığınız, miny­atür işlemeli kapi­tone “babaanne yor­gan­ları” yoru­mu şahaney­di. Bu şova nasıl hazır­lan­mış ve nasıl tep­kil­er almıştınız?
Önce­lik­le fikri bul­dum. Sal­vador Dali üzerinden Sür­re­al­izm’i Türk miny­atürüne uyarla­mak iste­d­im. Bu bağlam­da nakkaş arayışım oldu. Nakkaşlara Dali’nin öğeleri­ni kul­la­narak miny­atür­ler çizmeleri­ni söyled­im. Bu ara­da ben de bir tane miny­atür tasar­ladım. Toplam 9 miny­atürü ipek üzer­ine bastırıp gelenek­sel yor­gancıların yol­unu tut­tum ve onlara desen­leri nasıl yor­gana dönüştüre­cek­leri­ni anlat­tım. İlk den­eme tam iste­diğimiz gibi olmadı, fakat aşa­ma aşa­ma güzel bir sonu­ca ulaştık. Yor­gancılar da bu fikre şaşırdılar. Hem de zanaat­lerinin değer görme­sine çok sevin­dil­er. Son­rasın­da bu desen­ler­den oluşan bir kolek­siy­on tasar­landı. Şova gelen­ler, bam­baş­ka bir dünyaya girdik­leri­ni ve oradan hiç çık­mak istemedik­leri­ni söyledil­er. Zat­en bu da biz­im yarat­mak iste­diğimiz etkiy­di. Son­rasın­da yor­gan­lar çok beğe­nil­erek Con­tem­po­rary İstanbul’da da sergilen­di.

MBFWI’nin 10. sezo­nun­da sah­ne­le­nen “Aşk Cenaze­si” şovunuz nasıl ortaya çık­tı? “Kara Toprak” adlı eseriyle şova dahil olan Fazıl Say ile yol­larınız nasıl kesişti?
Aşk acısı çekiy­or­dum ama açıkçası per­for­mansa bunu yan­sıt­mak hiç aklım­da yok­tu. Aklım­da­ki tek şey, bazı insan­ların gerçek­ten buz­dağın­dan baş­ka birşey ola­may­a­cak­ları idi. Çek­tiğim acıyı materyale akı­tarak dindirm­eye karar verdim. Bun­dan daha ilham veri­ci bir şey ola­mazdı o an için. Ver­mek iste­diğim hissiy­atı yan­sıt­mak için de çok fazla müzik din­led­im. Bu şovu en iyi anla­tan parça “Kara Toprak” ola­cak­tı. Sevgili Fazıl Say’a ulaş­maya çalıştım. Bir süre ulaşa­madım. Son­ra bir kon­seri son­rasın­da bir şek­ilde yanı­na git­tim ve böyle bir pro­jem olduğunu, şarkı için izin almak iste­diği­mi söyled­im. Ken­disi senary­oyu oku­mak iste­di. Son­rasın­da telifle ilgili birkaç teknik prob­lem oldu, fakat bu engel­leri de atlatarak sonun­da şarkıyı kul­lan­mak üzere izin aldım. Ken­disi de per­for­man­sı çok beğen­di. Böyle­lik­le tanışmış olduk.

Şovlarınızın kore­ografisi­ni kim gerçek­leştiriy­or?
Kore­ografi­ler­im­izi Ekin Bernay ile bir­lik­te yapıy­oruz. Daha doğrusu ben ona hissiy­atı ve hikayeyi anlatıy­o­rum, o da hareketlere hay­at veriy­or. Bir­lik­te çok sev­erek ve eğlenerek çalışıy­oruz. İyi ki var!

Bugüne dek izlediğiniz en çarpıcı şov hangisiy­di?
11 yaşın­dayken Londra’da “Phan­tom of the Opera“yı izlediğim anı asla unutamıy­o­rum. Sanırım her şeyin başlangıcı o gündü.

Seya­hat­leriniz­den nasıl ilham alıy­or­sunuz?
En son yap­tığım büyük seya­hat, Bal­i’ye idi. Artık Avru­pa şehirleri beni beslemiy­or, fakat Bali’deki zanaatkar­ların işlerinden çok etk­ilendim. İns­anl­arın maske­siz oluşu, gülen yüz­leri, sev­gi dolu bakışları ve yabancı olduk­ları­na bile gös­ter­dik­leri asil duruş beni çok etk­ile­di. Yaşadığımız ortam­ları sorgu­la­ma­ma sebep oldu.

Bu aralar hay­atınızın ana teması olan müzik hangisi?
Bu aralar çok fazla Fazıl Say din­liy­o­rum.

Sırada­ki sizi heye­can­landıran pro­je?
Tam detay vere­meye­ceğim, ama sıra­da iki büyük işimiz var. Zanaat ile hikaye yine bir­leşe­cek. Asla acel­eye getirmeye­ceğiz. Ne zaman hazır olur­sa o zaman sunula­cak.

NEREDE?
Web: shop.bashaques.com; www.365ist.com
Butik: Build­ing Akmerkez (Etil­er), Gizia Gate (Nişan­taşı), Shopi­go (Teşvikiye), Bashaques (Alaçatı).

Exit mobile version