Bora Aksu: Kalbe yakın tasarımlar

Romantik, kırılgan ve içindeki yaramaz çocuğu tam büyütmemiş kadınlar için kıyafetler tasarlayan Bora Aksu’ya, İngiltere’den dünyaya açılma öyküsünü ve tasarım ruhunu sorduk.
1996’da A’dan Z’ye tasarımla yoğrulmak istediği için Londra’nın yolunu tutan Bora Aksu, o zamandan bu yana İngiltere’nin en üretken moda tasarımcılarından. İlk olarak Central Saint Martins’deki mezuniyet defilesinde fark edildi ve Dolce &Gabbana ikilisi sansasyonel şekilde koleksiyonunun tamamını satın aldı. Hemen ardından kazandığı sponsorluk ödülüyle, 2003’te Londra Moda Haftası’nda ilk defisinini gerçekleştirdi. 2010’da İngiltere modasına katkılarından dolayı Kraliçe Elizabeth’ten teşekkür alması ise pastanın tepesindeki çilek! Keira Knightley, Sienna Miller, Marion Cotillard, Elle Fanning ve Tori Amos, Bora Aksu markasını giyen ve yakından takip eden ünlülerden bazıları olduğunu da belirtelim ve tasarımcının gündemine yakından bakalım…
Central Saint Martins, Londra’nın efsane tasarım okulu. Orada geçirdiğiniz yıllarda öğrendiğiniz en değerli şey nedir?
Central Saint Martins’e başvurduğumda, giriş mülakatımı o zaman bölüm başkanı olan Wendy Dagworthy ile yapmıştım. Sadece çizimlerimin olduğu bir dosyayla yaptığım görüşmenin sonucunda koşulsuz kabul edildim. Central Saint Martins’deki eğitimimiz bizi yaratıcılık anlamında dış dünyaya tam anlamıyla hazırladı; ancak orada iş bilgisi, üretim, finans gibi bilgileri pek aldığımız söylenemez. Bora Aksu’nun kim olduğunu, stilini, tasarım ruhunu keşfetmem hep bu serüven içerisinde oldu. Özellikle Central Saints Martins’deki üniversite eğitimimin üzerine yaptığım master eğitimi, benim için çok önemli bir dönemdi. Bu dönemi her zaman kendimi ifade edebildiğim ve “Bora Aksu” tasarım kimliğini keşfettiğim dönem olarak adlandırırım. Yetenek ve çalışma tabii ki önemli ama bunların yanında doğru zamanda doğru yerde olmanın da büyük önemi var. 2002’de master eğitiminin mezuniyet defilesi ile ardından gelen ödüller ve sponsorluklar, kariyerimin dönüm noktasıdır.
Londra bir tasarımcıyı şehir olarak nasıl besliyor? Bora Aksu’nun Londra’sının köşe taşları neler?
Londra benim için güvenli bir yaratıcılık alanı. Benim sığınağım ve evim; her ne kadar uzak kalsam da, çok seyahat etsem ve başka yerlerden esinlensem de dönüp dolaşıp geldiğim, tasarım fikirlerimin karıştığı, öğütüldüğü, hayat bulduğu ve yaşama geçtiği, yani meyvelerin çıktığı yer hep Londra’daki stüdyom. Genelde “yeni” fikirlerin ve özgür moda anlayışının yuvası olarak kabul edilen Londra’da, çok farklı kültürlerin bir arada uyum içinde yaşamasının getirdiği inanılmaz bir etkileşim ve yaratıcılık söz konusu… Tek bir kültürün etkisinden söz edememek, Londra’yı bence en cazip kılan noktalardan biri. Londra’nın yeniliğe duyduğu heyecan, beni hep canlı tutmaya devam ediyor. Sokaklarda yaşananların ve insanların giydiklerinin yanında, sanatsal değişim ve hareketlilik de çok önemli tabii ki… Bu şehirde besleniyorum. Londra’daki favori yerlerimden birkaçı: St. James Park, White Chapel Gallery, V&A Museum ve Angel Antique Market.
Hemen her koleksiyonunuzun bir hikayesi var. Örneğin 2016 Sonbahar / Kış koleksiyonunuzaRusya Büyük Düşesi Olga Konstantinovna ilham vermiş. Son koleksiyonunuzun hikayesi nedir?
Son koleksiyonumun başlangıç noktası olarak çok uzaklara gitmek yerine, daha çok öze dönmek düşüncesinden yola çıktım. O yüzden son koleksiyon benim kalbime çok yakın, çünkü benim anneannemin özellikle genç kızlık dönemi anılarından doğdu. Materyal zenginliği olmayan ama iç zenginliği ile yaşayan bir genç kızı anlatıyor. Genç kızlığında çok fazla elbisesi olmayan anneannem, yıllar sonra bile ne zaman ipekli, zengin dokumalı elbiselerle karşılaşsa uzun uzun onlara bakar ve dokularını hissetmeye çalışırdı. Bu koleksiyonu tasarlarken sanki zaman yolculuğuna çıkıp, 1930’lara giderek anneannemin genç kızlığıyla tanışıp, ona hiç sahip olmadığı ve hayal bile edemeyeceği bir gardrobu vermek istedim.
2017 İlkbahar/Yaz sezonunda uçuşkan renkler ve dokular ile kadınları şımartmış görünüyorsunuz. Koleksiyonlarınız genelde romantik olarak algılanıyor. Siz tasarım çizginizi nasıl tarif edersiniz?
Romantik, kırılgan ama kendine güvenen ve içlerinde yaramaz bir çocuk besleyen kadınlar hep bana esin kaynağı oluyor. İnsanların çocukken sahip olduğu özgür bakışları, davranışları, hatta zevkleri bile büyüdükçe kalıplara, kutulara girmeye başlıyor. İşte ben o yüzden koleksiyonlarımı tasarlarken, bana ilham perisi olan muse’larımın çocukluk ve ergenlik dönemine dönüş yapıyorum bir şekilde. Bora Aksu kadınları biraz yaramaz ve feminenliklerini sonradan keşfetmiş kadınlar. Küçükken erkek fatma olan, ağaçlara tırmanan, toz toprak içinde evine dönen kız çocukları, büyüdükleri zaman feminenliklerini de keşfediyorlar, ama ne kadar feminen olsalar da içlerindeki o çocuk hep orada kalıyor.
Haute-couture’u biliyorduk ama demi-couture’u duymamıştık. Bu tam olarak ne demek?
Ben çok küçükken annem, anneannem ve teyzem hep el işleri ve örgülerle uğraşırlardı. Çevremde hep bu el emeği işler, oyalar ve çeyiz sandıklarından çıkmış işler olurdu. Küçüklüğümden beri bu güzel işlerinin yok olmaması gerektiğini düşünürdüm. Sanıyorum o yüzden koleksiyonlarımda hep bir şekilde o el işlerini, örgüleri, tığ işlerini kullanıyorum. Bunlar çok değerli öğeler olmasına rağmen, haute-couture koleksiyonlarında değil, pret a porter koleksiyonlarında kullanıyorum. Bu da sanki kıyafetleri, kolekisyonları couture ile hazır giyim arasında bir yere taşıyor. O yüzden onları “demi-couture” olarak adlandırıyorum. Sanki bir şekilde onları ölümsüzleştirmek, yeni bir boyuta taşıyarak güncelleşmesini sağlamak en büyük amacım. Bir tasarımcının tasarım kimliğini bulması, aslında diğer tasarımcılardan onu ayrıştıracak parmak izini bulması demek. Benim tasarımcılık yolculuğumda da belki en önemli nokta, kim olduğumun farkına vardığım nokta. Çok ufakmış gibi görünen bu detay aslında öyle önemli ki. Benliğinizle bir olup tüm duyu organlarınızla nefes alıp veren, yaşayan bir meslek. En güzel yanlarından birisi de sınırlarının olmaması. Gelip durabileceğiniz bir nokta yok.
Londra Moda Haftası, diğer moda şovlarına göre sizce nerede duruyor? Yıllardır katıldığınız şovun en sevdiğiniz yönü nedir?
Her moda başkentinin farklı karakteristiği vardır; Londra da yıllardır süregelen moda haftaları ve işleyen moda endüstrisi ile kabul görmüş bir şehir. Diğer moda şehirlerinden farklı olarak her zaman yeninin habercisi olarak bilindi; büyük moda evleri veya onların finansal gücüyle değil, listeye eklediği yeni bireysel tasarımcılar ile ün kazandı. Londra Moda Haftası’nın ana iskeletini oluşturan İngiltere Moda Konseyi ve işleyişi, kendine has sistemi ile uluslararası platformda önemli bir yere sahip. Londra Moda Haftası denildiği zaman, endüstri trendlere bağlı kalmayan yeni fikirleri göreceğini, yeni yeteneklerle tanışacağını bilir. Londra, dört uluslararası moda başkenti içerisinde en bireysel ve yaratıcı olanı. Ben de 2003’ten bu yana Londra Moda Haftası’nın resmi listesinde yer alıyor ve defileler gerçekleştiriyorum; İngiltere Moda Konseyi tarafından dört kez “yeni jenerasyon” ödülüne layık görüldüm. Konseyin yeni tasarımcıların elinden tutmasının, Londra Moda Haftası’nın bu kadar taze ve güçlü bir sese sahip olmasına neden olduğunu da söyleyebiliriz. Sadece İngiltere Moda Konseyi değil, İngiltere Kraliçesi de Londra Moda Haftası’nı ve biz tasarımcıları oldukça destekliyor.
Şovlarınızda, bir çeşit sahneleme ve adeta teatral karakterler fark ediliyor. Şova nasıl hazırlanırsınız?
Defile, bir tasarımcının vizyonunu sergilemek için kullandığı en ideal platform. Sadece defile değil, seçilen modeller, styling, mood, kullanılan müzik gibi detaylar, bu vizyonu tamamlayan öğeler. Benim için seçilen modellerin ve onların yansıttığı görüntünün büyük önemi var. Defilelerde, çalıştığım stylist ve cast direktörü ile o sezon yöneleceğimiz kızın tiplemelerini saptıyoruz. Özellikle modellerin naifliği ve içlerindeki çocuğu yansıtıyor olabilmesi çok önemli. Bunun dışında, model seçiminde tek bir stereotip üzerine gitmemeye dikkat ediyoruz. Etnik olarak farklı tiplerde kızların defilede yürümesi benim için çok önemli.
Çok güzel portreleriniz var. Resim yapmak sizin için bir hobiden fazlası gibi duruyor. Moda stiliniz, sanatçı yönünüzden nasıl besleniyor?
İllüstrasyon ve çizim benim için modadan önce vardı. Çizim öyle bir şekilde hayatıma işlemiş ki kendimi bildim bileli kağıt ve kalemle olduğumu ve saatlerce hiç bıkmadan çizdiğimi hatırlıyorum. Her zaman görsel bir hafızam oldu. Şimdi bile ekibime bir şey anlatmak istersem, yeni bir şey geliştiriyorsam, bunu yazarak değil çizerek yapıyorum. Çizmek benim için öyle doğal ki… O yüzden de doğal olarak moda ile çok elele yürüyor. Bena artık çizimi sadece kıyafetleri tanımlamak için değil, aynı zamanda Bora Aksu kızını yaratmak ve tanımlamak için de kullanıyorum. Her sezonun modunu, duruşunu, kızını hep çizerek anlatıyorum. Tasarım ve sanat el ele yürüse de kesinlikle çok büyük ayrımları var; moda sanat kadar kendi başına duramıyor, çünkü vücut, insan, giyilebilirlik gibi çok yönlü kavramlarla anlam bulmak zorunda. Tasarımcılık, yaratıcılık üzerine inşa edildiği için, diğer yaratıcı platformlarla her an etkileşim halinde olması çok doğal. Yaratıcılık üzerine kurulu işler sadece 9 ile 5 arasında yapabileceğiniz ve işiniz bittiği zaman arkanızda bırakabileceğiniz şeyler değil. Tasarımcı olmak, tüm benliğinizle 7/24 her an onu yaşıyor olmanız demek… Benim yağlıboya resimlere olan ilgimin kökeninde, çizimler ve ilüstrasyonlar var. Tamamen tesadüf sonucu başladığım yağlıboya tablolar şimdilik kişisel bir hobi olarak yaşıyor, ama ileride ne olacağı belli olmaz tabii ki. Ben her an etkileşim halindeki yaratıcılık platformlarının, tasarımcı açısından çok sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Bu çok yönlülük olmadan tasarım yapmam çok zor.
Marka işbirlikleri ve onlar için özel line’lar tasarlamak sizin için nerede duruyor? Artık buna vakit bulabiliyor musunuz?
Aslında marka işbirliklerinin çok güzel meyveler doğurduğunu düşünsem de mağazalaşma sürecine geçtiğimden bu yana maalesef vakit bulamıyorum. Londra’daki stüdyo ve atölyeden sonra, iki yıldır Hong Kong’ta da bir ofisimiz ve tasarım ekibimiz var. Bu sebeple her iki tasarım atölyesinde de vakit geçirmeye ve ekiple bir arada olmaya çalışıyorum. Altı haftada bir Hong Kong’a seyahat ediyorum ama ileride vakit bulabilirsem tabii ki marka işbirliklerine dönmeyi düşünüyorum.
Çin ve Japonya başta olmak üzere dünyanın çeşitli noktalarında Bora Aksu mağazalarını görmeye başladık. Sizin favoriniz hangisi?
Bora Aksu markası bir yıldır uluslararası anlamda mağazalaşmaya başladı. Şu anda Asya Pasifik’te yoğunlaşan mağazalarımızın sayısı 12. Bu yıl içinde bu sayı 15’e çıkacak. Önümüzdeki yıllarda ise Londra başta olmak üzere Avrupa’da mağazalaşma sürecimiz devam edecek. Mağazaları olabildiğince kişisel ve özgün tutmaya çalışıyoruz. Mesela çizimlerim duvarlarda, mobilyalarda, hatta mankenlerin yüzlerinde… Mağazaya adım atan herkes, biraz olsun Bora Aksu’nun kişisel dünyasına girebilsin istedik. Şimdilik Hong Kong Harbour City’deki mağazamız favorim. Belki ilk olmasından dolayı, benim için çok özel bir yeri var.
Sizi heyecanlandıran sıradaki proje hangisi?
Önümüzdeki aylarda üç yeni mağazamız daha açılacak! Bunun yanında mağazalarda “boraaksu kids” adlı çok ufak bir çocuk line’ına da yer vermeyi planlıyoruz. Bu da beni en çok heyecanlandıran projelerin başında geliyor.
NEREDE
Internet: www.boraaksu.com
İstanbul Satış Noktaları: Gizia ve Atelier 55
Bora Aksu Mağazaları: Beijing, Hangzhou, Hong Kong, Macao, Şanghay, Suzhoubei

Bora Aksu İstanbul Fashion Week Spring Summer 2017 Koleksiyonu’nun göz kamaştıran parçaları..